18 Ağustos 2014 Pazartesi

Kazancakis'in okuduğu ada; Naksos

2 AĞUSTOS PATMOS- NAKSOS( NAXOS)


Öz sabahın 6’sında uyanıp yola çıkmış, bu sefer gidilecek yol uzun… 
Ben yarı uyur yarı uyanık vaziyette 10’a kadar kendime gelemedim. 
Saat 10 buçuğa kadar motor seyri ile 25 mil kadar göl gibi bir denizde gittik. Daha sonrasında ise 20-25 knotu bulan ve sancak tarafından apaz esen rüzgarla en fazla 8.5’u gördüğümüz bir hızda rotamızı takip ettik. Dalga boyu 1, 1 buçuk metre…


Karşınızda Naksos adası


Bu şekilde saat 3 civarı yavaş yavaş Naksos (Naxos) adası  görünmeye başlıyor. Ama o da ne; Yunanlılar bizi adanın önüne demirlemiş savaş gemisiyle karşılıyorlar, onurumuza top atışı da yapılacak ama ben diyorum ki; gerek yok ürkütmeyelim şimdi balıkçıl kuşları :)



Ve tabi bir de Özle fikir ayrılığı yaşıyoruz adaya girişte, Öz yelkeni kapadıktan sonra oltayı toplamaktan yana, derinlik azaldı belki balık gelir diyor. 
Bense aman bu savaş gemisinin etrafında fazla oyalanmayalım şimdi onurumuza atılacak top atışı bize doğru gelecek paranoyalarında, topla oltayı da çevredeki tekneler de takılmasın, hadi hadi, modundayım. Fakat Öz haklı çıkıyor ve Yunan suları bize şimdiye kadar yakaladığım en güzel balığı veriyor. Hem de oltayı ben çekiyorum :)




Bu balığa Yunanlar Mayatiko diyor

Balığımızı da aldıktan sonra artık Naksos Limanına girmeye karar veriyoruz. Saç sakal kıl tüy birbirine karışmış kabasakal benzeri bir marina görevlisi bizi karşılıyor, limanda yer yok hava da pek iyi değil. Adam bekleyin diyor, tam o sırada büyük feribot yanaşıyor diğer tarafa, liman cadı kazanı gibi çalkantılı ve görevli zar zor ite kaka iki yelkenlinin arasına sıkıştırıyor bizi. Biraz tedirginiz bir demir atmak zorundayız tonoz yok,  e zincirler karışabilir, ikincisi büyük feribotlar yanaştığında limanın içi deli gibi çalkanıyor. Hatta bir rus yatı iskeleye çarptı ve zarar gördü.





Neyse biz tekneyi bağladıktan sonra hemen dışarı atıyoruz kendimizi. Ve Naksos’un simgesine; adaya yaklaşınca sizi ilk karşılayacak olan kocaman mermer Portara kapısına yürüyoruz.



Portara kapısı İ.Ö. 522 yılında yapılmaya başlanan ama bitmeyen Apollon tapınağının girişi. Portara kapısı konumu itibariyle Naksos adasının merkez kasabası olan Khora’ya hakim.

















Kapıya doğru yürürken bu heykel karşılıyor sizi önce


Tapınağın kalıntıları 



Kapıdan dönerken küçük, yumuşak mermerden heykeller yapan bu amcayla karşılaşıyoruz. Emeğine ve ellerine sağlık…



Limanın çevresinde birçok restoran kafe bulunuyor ve de Yunan adaları klasiği ahtapotlar :)



Bu arada motor kiralamak için bakınıyoruz dükkanlara, burası
 Patmos ve özellikle de Kalimnos’a göre daha pahalı. Motorun günlük kirasına 25 euro diyorlar o da en ucuzu ve kimse burnundan kıl aldırmıyor, pazarlık işe yaramıyor. Bu arada Öz mızmızlanıyor yorgunum diye, haklı da.


Teknemize geri dönüyoruz. Öz uykuya çekildi, ben de size biraz Naksos’un tarihinden bahsedeyim bari. Naksos’la birlikte biz de on iki adalardan yeni bir adalar grubu olan Kykladlar’a geçmiş olduk. Naksos ise bu adalar grubu içindeki en büyük ada ve antik Kyklad uygarlığının kültür merkezi.  Naksos’ta ilk yerleşim İ.Ö. 3 bine kadar uzanıyor ve mermeri ilk kullanan adalardan biri. Mitolojide ise Theseus’un Girit prensesi
 Ariadne’yi terk ettiği yer. Adanın tanrısı Dionysos ise kıza aşık olur ama Ariadne Theseus'tan ayrı kalmaya dayanamaz ve intihar eder. 1200’li yıllara gelince ada Venediklilerin hakimiyetine giriyor ve bugünde görülebilen bir çok yükseltilmiş kuleler ve binalar yapılıyor.  1566'da da Osmanlılar adayı ele geçiriyor. Şimdilik benden bu kadar ben de dinlenmeliyim biraz… Saati gece 10’a kuruyoruz ama o kadar yorulmuşuz ki sabaha kadar uyuyoruz.

Bu yazımızın şarkısı için tıklayınız

3 AĞUSTOS - NAKSOS (NAKŞA) ADASI


Sabah ilk iş pazarlıkla “Fun car” adlı yerden buralarda meşhur olan “buggy” kiralamak, 5 saatliğine 30 euro veriyoruz. 
(Normalde 50 euro demiştiler)


Bu da bizim buggymiz:)



Naksos'un ya da Nakşa adasının haritası efenim sizin için hizmette sınır yok


Buggymizle yola çıktık ilk istikamet 9 numaralı yerde (bakınız efenim yukarıdaki harita) antik mermer ocağı yakınındaki Myloi’de İ.Ö. 6. Yüzyıldan kalma iki kouros,(dev mermer heykel). Heykellerden biri 8 metre diğeri ise 5.5 metre boyunda. Fakat biz yanlış yola sapınca ve bunu da geç anlayınca dedik ki dönüşte uğrarız oraya.     


Yol üstü manzaralarından biri



Adalarda en sarp kayalıkların tepesine bile inşa edilmiş küçük kiliseler muhakkak her yerde karşınıza çıkıyor
  
Bu sefer de hiç hesapta olmayan yol üstünde sayılan Zeus dağına ve mağarasına çıkmaya karar verdik fakat Öz tırmanış işini görünce hemen satış, tüydü. :) Yine mitolojide tanrı Zeus, bu dağdaki mağarada büyütülmüş. Ben mağaraya kadar yürüdüm (bir noktadan sonra yürüyüş yerini tırmanışa bırakıyor) ama zirveye gözüm yemedi ve zaten vakitte yoktu.  Benden size tavsiye; eğer Zeus dağına yürümeyi düşünüyorsanız benim gibi parmak arası terlikle değil de spor ayakkabı ya da altı kaymayan bir şeyler giymeyi tercih edin.





Bu çeşme yürüyüş yoluna çıkmadan önce sizi karşılıyor. Zeus’un ruhuna el fatiha okuyup suyuyla serinledik:) 




mağaraya tırmanırken arkada bıraktığınız manzara


Bu da Zeus mağarası, içerisi zifiri karanlık ve ben tek başıma çok ilerlemeye ürktüm

İkinci durağımız geleneksel Apeiranthos köyü 

(Haritada 4 numara) 

Köye ilk önce 17. Ve 18. Yüzyıllarda civardaki zımpara madeninde çalışmaya gelen Giritli göçmenler yerleşiyor. Mermer kaplı sokakları ve Venedikli Crispi Ailesince yaptırılan 14. Yüzyıl kuleleriyle tam bir cazibe merkezi olmuş. Bir çok tur bu köyü gezdiriyor hatta insanlar hala geleneksel kıyafetlerini giyip kadınlar da tezgahta kumaş dokuyormuş ama ben, ne geleneksel giyinen birini, ne de tezgahı ve kumaş dokuyan birisini gördüm.  Aslında pek yerli görmedim diyebilirim. Köyde gezmek isterseniz küçük bir Arkeoloji müzesi ve de Jeoloji müzesi var. 






Sanırım 14. yy kulelerinden biri de bu









Bu pırıl pırıl mermer daracık mis kokulu sokaklarda dolandıktan sonra tekrar çıkıyoruz yola. Yolda birbirinde güzel manzaralar eşlik ediyor bize.  Ama ben çekmiyorum telefonla zaten çok güzel olmuyor :)



Bu da eskiyle yeninin aynı karede buluşması

Skado’dan geçerken buranın meşhur peynirlerini satan bir restoran görüyoruz ve ben inip peynir alıyorum ki bir de ne göreyim Öz yine buradaki insanlarla kaynaşmış ve hatta onlardan kocaman iki salkım üzüm almış…



Skoda’nın neşeli insanları

Yola devam, bir zamanlar maden işçilerinin yaşadığı Naksos’un en yüksek köyü olan Komiaki’den ya da Koronida’dan -her ikisi de söyleniyor- geçiyoruz. Burası da bağlarla çevrili ve meşhur Kitron denilen yerel bir likörü var.







Hedefimiz Apollonas olarak bilinen adanın en uçundaki köylerden biri.  Giderek bir tatil beldesine dönüşen köye turistler daha çok denize girmek ve aslında daha daha da çok burada bulunan dev kauros’u görmeye geliyorlar. Bitmemiş dev heykel İ.Ö. 600’den bu yana bir mermer ocağında yatmakta.  Tanrı Apollon’a ait olduğuna inanılan heykel 10 buçuk metre uzunluğunda ve 30 ton ağırlığında mermerden yapılmış.



Köyün genel görünümü




  
Bu da Apollon heykelimiz



 Artık Naksos merkeze dönelim diyoruz çünkü saat ilerledi söz verdiğimiz saatte buggy teslim edemeyeceğiz sanırım. Çünkü tam 3 kere yolda bozuldu ve Özün sihirli parmakları ve benim çevirmenliğim sayesinde sorunu yarım saat ya da 45 dakika kayıpla çözdük. Ama dönüşte uğrarız dediğimiz diğer heykelleri görmeye gidemedik. Yolda Venedikli Cocco ailesinin Kuzey Naksos’ta egemenliklerinin başında yaptırdıkları gözetleme kulelerinden birini gördük.  Bu Cocco ailesi dışında bir de Katolik Barozzi ailesi var bu ikisinin arasında hatta kan davası falan olmuş, uzun hikaye, sonu da bir aşkla tatlıya bağlanmış. Bir de Zeytin ve zeytinyağı müzesi gibi bir şey var onunda önünden hızla geçip merkeze varmaya çalıştık.
Neyse ki yarım saat gecikmeyle buggyi teslim ettik. Sonrasında Öz dinlenmeye, ben de Naksos’un merkezinde, limanın yukarısında yer alan hem bir zamanlar Katolik soyluların yaşadığı; Venedik Kastro’su hem de Yunanlıların yaşadığı Ortaçağ kenti olan eski kasabayı gezmeye gittim. İşte kamerama yansıyanların bir kısmı;  




Her yerde hediyelik eşya dükkanları, çok şık butikler, takı tasarım atölyeleri ve elit sanat galerileri var. Kimi binalarda küçük pansiyonlara dönüştürülmüş.



Yine sevdiğim rahipler :) 





Ve tabi birçok kafe ve taverna mevcut








Bu da eski usul geleneksel bir fırın ve fırını işleten kadın



Venedik kastrosunun giriş kapısı. Eskiden 7 tane kapıkulesi bulunurmuş ama günümüze kadar sadece 2 tanesine dayanabilmiş.








Kasabanın içinde bir katedral yer alıyor ama benim çıktığım saatte kapalıydı.



Venedik soylularının yaşadıkları evlerden bir tanesi müze haline getirilmişti ama ben gezmedim.



Adı “Venetian Museum” olarak geçen bu müzede ayrıca biz gittiğimiz sırada 16. Domus Festivali kapsamında konserler de veriliyordu. Bir ara gitmek geçti aklımdan ama akşam için Özle başka bir plan yapmıştık


Naksos Osmanlı hakimiyeti sırasında okullarıyla meşhurmuş. O okullardan biri günümüzde Kastro’nun içinde yer alan Arkeoloji müzesi;  benim de tek okuduğum Yunan yazar Nikos Kazancakis’in de bir zamanlar ders aldığı bina…




Artık akşam yemeği vakti geldi… Gündüzden sahildeki “Nteoüvtas” adlı tavernaya gidip, akşam yemeğine, tuttuğumuz balığı bizim için pişirmeleri konusunda anlaşmıştık.



Ve de balığımız usta ellerde bu hale geldi, tabi yanında ne gerek? :)




Günün yorgunluğunu sakin ve güzel bir yemekle atıyoruz. Burada ki neşeli garsonlardan yeni bir kelime daha öğreniyorum “oreor (lezzetli)”, oreor yemekler için efharisto poli (çok teşekkürler) diyerek ayrılıyoruz tavernadan…



Naksos’u sevdik, sıkılmadan gezebilecek ve görülecek bir çok yer var… Yarın bir başka uzun gün bizi bekliyor.
Bir diğer rotada görüşmek üzere…


UYARILAR (NAÇİZANE)

1- Araç kiralarsanız kiraladığınız şirketin telefon numarasını kartını vs. muhakkak alın yolda kalabilirsiniz, kesin çözüm en iyisi güçlü ve iyi bir şey kiralayın ya da bizim gibi yolda kalabileceğiniz şeyler tercih edin macera oluyor :)

2- Tabi bu adada da plajlar ve faklı müzeler var hangisini tercih ederseniz.

3- Tekne ile gidecekler için; Limanda internet var ve tekne bağlamanın ücreti tabi ki değişiyor, biz günlüğüne 18 Euro verdik (pek pazarlık yapılabilir görünmedi amca) Çok geç vakte kalmayın çünkü Naksos tekneciler tarafından tercih edilen bir ada yüksek sezonda yer kalmayabilir.

4- Bence en az iki gün ayırmak gerekiyor Naksos’a

5- Meşhur peynirlerinin (saganaki değil) biraz tuzlu ve sert bir tadı var (ben sevdim ama) denemeden almayın bence ve de köy yerinden alırsanız daha ucuza geliyor.


6- Zeus’a tırmanışta ayakkabı seçimine dikkat.


2 yorum:

  1. merhaba yenge elıne yuregıne saglık cok guzel seylerı bızımle gıne paylasmıssın heyecanla dıger paylasımlarını beklıyorum tugbanın ıkınızede cok selamı var ruzgarınız bol olsun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkürlerr süper ikili... Selamlar. Ben de yetişmeye çalışıyorum ama çok geriden geliyorum farkındayım :(

      Sil