29 Ağustos 2014 Cuma

ADALARIN ELEGANT LEYDİSİ SYROS

5 Ağustos Mikanos- Syros

Kahvaltımızı teknemizde yaptıktan sonra yola çıkıyoruz. Bugün ki rotamız Syros yani Siros adası.

Siros adası Yunan rebetiko müziğinin en önemli temsilcilerinden biri olan Markos Vamvakaris’in 1905 yılında doğduğu yer. Bu yüzden bu yazının müziği Vamvakaris ustadan gelsin. (lütfen ismin üstüne tıklayın)



Syros(Siros) merak ettiğim bir adaydı. O yüzden heyecanlıyım… Adaya yaklaştıkça adanın ve de Kykladlar’ın ticari, idari ve kültürel merkezi Ermoupoli görüş alanımıza giriyor.





Adanın tarihi İ.Ö. 2800’lere kadar uzanıyor. 19. Yüzyılda Doğu Akdeniz’de zengin ve güçlü bir liman haline gelen Syros (Siros), bu halini adaya yaklaşırken bile size hissettiriyor.





Adalılar Ortaçağ’da Fransisken Rahiplerinin hakimiyeti altında Katolik olmuşlar. 19. Yüzyılda Yunanistan’ın önemli bir limanı olan Syros (Siros), büyük doğal limanı ve gelişen tersanesiyle başlıca kömür iskelelerinden biriymiş.
Sryos(Siros)’la ilgili internetten bir şeyler bakarken bir blogda adayı öven ve (Siros)Syros’u özel kılan 10 madde sıralamışlar. ( detaylı incelemek isterseniz işte linki)  Bu maddelerden birincisi, sıra dışı tarihi; Ada ortaçağdan itibaren Sicilyalılar, Araplar, Venedikliler ve Osmanlıların kontrolüne girmiş. Daha sonra da 1820’dekİ Yunan isyanına katılmayı reddedip uzun bir süre nötr bir konum benimsemişler.


Adanın bir diğer ilginçliği ise adaya yaklaşırken sizi karşılayan iki tepe ve bu tepelerde yer alan kiliseler. Kuzeyde Katolik Ano Siros ve güneyde Ortodoks Vrondado kiliseleri iki farklı mezhebin yapı taşı olarak dikkat çekiyor.






Biz de teknemizi limana bağlıyoruz, herhangi bir zorluk çıkmadan. Bizim vardığımız saatte limanda görevli falan yok. Yanımızdaki tekneden yardım ediyorlar ve palamarları bağlıyoruz.





Oyalanmadan iniyoruz tekneden ve etrafı dolaşmaya başlıyoruz. Hedefimiz yukarıdaki kiliselere çıkmak. Motor kiralayalım diyoruz ama o da ne, neredeyse tüm dükkanlar kapalı. “Siesta time :)” çoğu dükkan öğlen 13.30 civarı kapayıp akşam 6’da açıyor. Biz de rıhtım boyu yürü babam yürü sonunda açık ve motosiklet kiralayan(araba kiralamak isterseniz çok daha fazla dükkan mevcut) bir yer bulduk.  





Motoru beğendik, pazarlığımızı yaptık çok başarılı olamasak da, en son artık ehliyeti verip motoru alıp çıkacağız. Adam demesin mi üzgünüm bu ehliyetle olmaz. Uluslararası ehliyet istiyorum, e yok, o zaman motor da yok. Bu durumla da karşılaşmış olduk böylece. Halbuki Öz diyor ki ben eski racecilerdenim (biraz havasını atsın değil mi :) ) bak burada motor A2 sınıfı da yazıyor diyor, onu diyor bunu diyor ama amca yemiyor :) Kısacası motordan mecburen vazgeçip planı değiştirdik… Ara sokaklara daldık…




Karşımıza bir kilise çıkıyor ve giriyoruz içeri







Kilisenin bahçesinden çıkarken yaşlı bir teyze yaklaşıyor yanımıza, dişlerinin çoğu yok biraz saç baş dağınık. Bir şeyler söylüyor ama anlamıyoruz. Fakat ısrarcı biz de bırakıp gidemiyoruz öyle sonunda başlıyor ikimize dua okumaya. Duasını okuyor, kendince bizi kutsuyor ve gidiyoruz :)






Mermer kaplı sakin ve huzurlu sokaklarda ilerliyoruz. Siros’un gerçekten farklı bir havası var. Geniş geniş sokaklar mis gibi kokuyor binaların hepsi şık ve bakımlı. Yunan adalarında değil de daha çok bir Avrupa şehrindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz.



Rıhtımla koca bir caddeyle kesişen Belediye binasının olduğu meydana, Plateia Miaouli’ye geliyoruz.




 Buranın mimari güzelliği sayesinde kent Ulusal Tarih Mirası olarak kabul edilmiş ve yine her yer mermer kaplı. Ağaçlarla çevrili meydanda, ağaçların gölgesinde dinlenip bir şeyler yemek içmek için birçok kafe mevcut.




Alman mimar Ernst Ziller’in tasarladığı, 1876 yılında yapılan Neo-Klasik Belediye sarayının hakim olduğu meydanda Amiral Andreas Miaouli’nin heykeli var. Bu amiral de Yunanistan’ın bağımsızlık savaşında önemli rol üstlenmiş, Yunan deniz kuvvetlerini komuta etmiş ve her türlü Türk karşıtlığını desteklemiş o zamanlar…


Meydandan sağa doğru biraz yukarı çıkınca meşhur Apollon Tiyatrosu karşımıza çıkıyor.




Fransız mimar Chabeau tarafından Millano’daki La Scala’nın bir kopyası olarak tasarlanmış Apollon Tiyatrosu. Tiyatronun bir başka özelliği ise Yunanistan’ın ilk opera binası olması. Bina hala kullanımda içeriye girmek istiyorsanız, bina müze haline getirildiği için bilet almak zorundasınız ve burası da öğleden sonra kapalı saat 6’da açılıyor tekrar. Şansımıza bizim gittiğimiz saatte bir tv programının çekimi nedeniyle müzenin de bir kısmı kapalıydı. Binanın iç duvarlarını Mozart ve Verdi’ye adanmış resimler kaplıyor.  






Artık tekneye dönelim diyoruz ara sokaklardan rıhtıma doğru inmeye başlıyoruz. Her Yunan adasında olduğu gibi döndüğünüz her köşe yeni bir sürpriz hazırlıyor size. Ara sokaklarda birbirinden güzel binalarıyla, kafeler, tavernalar, butikler, hediyelik eşya dükkanları ve hatta küçük kitapçılar karşılıyor bizleri.












Biraz dinlendikten sonra devam ediyoruz güne. Çın çın ses çıkararak ve de güzel bir Yunan müziği eşliğinde geçen mini treni görüyoruz birkaç kere. Ama nereden kalktığını kestiremedik bir türlü.



Tekrar meydana doğru gidiyoruz. Ama önce Taksim’deki bizim balık pazarına benzeyen bir sokakları var; Chiou, oraya gidiyoruz. Dükkanların bazıları kapamak üzere, burada kasap, peynir dükkanları, manav vb. daha çok yerel ürünler satan dükkanlar var.


 Buralara özgü şaraplar


Bir dükkanda kurutulmuş tane bakla gördüm ve hemen bir kepçe aldık. Canım babaannem ben çok seviyorum diye yaz kış dolabında saklar muhakkak bu baklalardan.
Siros’un kendine özgü birkaç yiyeceği de var. Bunlardan birincisi bizim Türk lokumu, bu arada Yunanlar da Loukum diyor…




Budur efenim meşhur lokumları ama ben pek sevemedim, zaten tatlıyla aram çok yok ama çifte kavrulmuş Türk lokumunun tadını değişmem…

Bir de peynirleri ve sosisleri meşhur. Sosisler tabi ki domuz etinden, meşhur peynirin markası ise “Saint Michali”.
Yola devam ediyoruz meydanda bir kalabalık var…





Kalabalığın arasına karışıp soruyorum ne diye; sadece yarın kutsal gün diyorlar. Hemen bizim kaynak kitaba bakıyorum (Yunan adaları görsel gezi rehberi) ve orada 6 Ağustosla ilgili şöyle yazıyor; Metamorfosi, Tecelli. Önemli bir Ortodoks günüymüş.

Neyse meydandan yemek yiyeceğimiz yere doğru giderken mini treni görüyoruz yine ve o sırada bir sıkışıklık oluyor. Biz de Özle nasıl taksimde tramvaya çocuklar asılıp atlıyorsa aynen öyle atlıyoruz :)
Biletçi kadın hayır hayır olmaz binemezsiniz diyor, ama zaten binmişiz:) E diyoruz nereden kalkıyor bilmiyoruz ki, bilet alacağız zaten diyoruz. Ve kişi başı 4 euro vererek mini trenle kimi zaman Yunanca kimi zaman İngilizce Siros anlatımıyla etrafı geziyoruz…

Ve gördüğümüz kocaman kiliseyle de bindiğimiz gibi iniyoruz. Tabi biletçi kadına bay bay demeyi de ihmal etmiyoruz… :)




Bu bölge Siros’un armatörlerinin, Yunanistan’ın en güzel  sıva işleri, freskleri ve mermer oymalarıyla bezeli Neo-Klasik köşklerini yaptırdıkları yermiş bizim kaynak kitaba göre. E kilise de ona göre galiba, ihtişamlı ve gördüğüm en büyük kiliselerden biri.



Kilisenin bahçesinin girişinde birçok heykel dikkat çekiyor










Agios Nikolaos kilisesindeki Vitalis’e ait mermer ikonostasis




E artık yemek vakti. Kurt gibi açıktık. Ara sokaklardan birinde yer alan “Archontariki” tavernaya gidiyoruz. Çalışanların çok sevecen olduğu adaya özgü lezzetli yemeklerle dolu bir taverna…



Yemek sonrası tekneye dönüyoruz. Ama rıhtım capcanlı, kafeler, barlar, tavernalar… Müzik ve eğlence sabahın erken saatlerine kadar devam ediyor…
Ertesi gün teknenin ufak tefek ihtiyaçları için ben biraz çarşı Pazar dolanıyorum.




Burası da bizim bildiğimiz mahalle arası ya da köy kahvehanesi, ne derseniz deyin işte aynısı… Yaşlı yaşlı amcalar kimi tavla oyunuyor kimi hararetli hararetli bir şeyler tartışıyor… Tek fark çaydan çok kahve içiliyor :)

Bir de Siros’un sadece ticaret değil kültür merkezi olduğunu da söylemiştim. Bunun kanıtı olarak ise neredeyse bütün mağazalarının kapısına yapıştırılmış konser ve festival afişleri.



Evet artık Syros’tan da ayrılma vakti… Bu güzel adadan ayrılırken şunu belirtmekte fayda var burası bizim favori adalarımızdan biri. Yavaş yavaş ana karaya yaklaşıyoruz bakalım bizi hangi maceralar bekliyor…

UYARILAR VE ÖNERİLER (Naçizane)

1-Eğer fırsatınız varsa ve hala bizim gibi yaptırmadıysanız en kısa zamanda ehliyetinizi uluslararasına çevirin derim ben.

2- Bence yukarıdaki tepelere (Biri Katolik, diğeri Ortodoks) çıkın.

3-Aslında demir yeri paralı sanırım. Fakat biz yanaşırken de, giderken de kimse yoktu…

4-  Gezilecek müzeler ve yüzmeye gidilecek plajlar mevcut her Yunan adası gibi.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder