8 Mayıs 2014 Perşembe

sarhoş balık, topal martı ve kaplumbağa









Çarşamba sabahı (23 Nisan) Öz'ün deli bir enerji patlamasıyla uyanışına şahit olunca ( bu çok nadir olur)  ve de uzaktan "hadi uyan" nídalarını da duyunca birden fırlayıverdim yerimden, maçın en heyecanlı yerinde kesilen yayının yarattığı üzüntü benzeri bir halle... Ama o da ne bugün günlerden " bugün bayram, erken kalkın çocuklar... " acep bizim koca öz bu yüzden mi erken kalktı diye düşünürken aklıma düştü tabi ki; balığa gideceğiz, yuppiieeee...

Balığa gitmeden önce hazırlıklara başlamıştık tabi ki, bir gün öncesinden aldığımız ( aslında en az 2-3 öncesinden yapmak gerekiyordu bu hazırlığı) tavuk göğsünü tuzlayıp suyunu salmasını sağlayıp (sert bir cismin altına koymak şeklindeki presleme modelini kastediyorum) balık yemini hazır hale getirdik. Ama normal şartlarda tavuğu tuzladıktan sonra güneşte kurumaya bırakmak -en az 2 gün - lazım muhakkak altına da gazete serin ki suyunu emsin, ve sürekli değiştirin ha bu arada gazetenin güncel bir magazin sayfası olmasına dikkat edin, balıkları daha bir cezbediyor :)

Balık yemlerimiz hazır da bizim yemlerimiz ne olacak? Hemen suyumuzu kaynatıp termosta çayımızı da yaptıktan sonra babaannemin elleriyle yaptığı bizim lokum dediğimiz Karadeniz usulü kurabiyeleri de bir güzel yedik... E tabi şarkımızı da dinliyoruz bir yandan, bu sefer yazının başlığının bir kısmını şarkımızdan esinlendim ve bizden sizlere gelsin, üzerine tıklamanız yeter; sarhoş balık ve topal martı

E artık yola çıkma vakti aa o da ne zaten çıkmışız yola istikamet Gelidonya beş adalar mevki.





Hemen palamut takımımızı salladık...  Palamut oltamızın hikayesi de ayrı... Bir koyda botla seyir halindeyken kıyıdan bir parıltı gözümüze çarptı yaklaştıkça pespempe parıl parıl bir süngere sarılmış bu olta takımını bulduk. Issız koyda yanında  bir kaç hırdavatla birlikte kıyıya vurmuş ve belli ki usta birinin elinden çıkmış olta takımını biz aldık yanımıza, o gün bugündür de tüm palamutları bu oltayla tuttuk. 
Ve beş adalar mevkiine varana kadar da ilk paluğumuz palamut oldi daaa... Bir Karadenizli olarak "da" olmazsa olmaz eki hayatımdan ve dilimden eksik olmazdı bir aralar hatta ne zaman gitsem bizim o taraflara yine başlar "da"lar, espirisine... Bu da bizim, yalancı küçük balıkçıklara atlayan sarhoş palamut ;




Gelidonya beş adalar mevkiine geldik tabi birçok balıkçı var etrafta. Amacımız oltayla yakalanacak cinsten güzel bir balık avlamak. Tavuk yemini taktık oltaya ve salladık, şunu belirteyim ki yem tam kıvamında değildi o yüzden çok verimli bir yem olmadı. Kocaman hani ya da hanos balıklarından yakaladık. Aslında hani balığını çok sevmiyoruz tadı lezzetli ama fazla kılçıklı ve temizlemesi palamuta göre biraz daha zor. Fakat o kadar büyüklerdi ki tutmaya devam ettik...




Tam offf sürekli hani hani nereye kadar derken bu sefer oltaya bir başka balık vurdu... O kadar kuvvetliydi ki büyük bir sevinçle oltayı topladım ama ayıklaması haniden de baş belası bir başka balık çıka geldi; kimilerine göre naylon kimilerine göre hindistan balığı, siz hangisini beğenirseniz- öz naylon balığı ismini pek sevemedi de... Bu balığın ingilizce ismi ise "red soldier fish", balığa dokunduğunuz an isminin hakkını verdiğini anlıyorsunuz zırhını donanmış asker gibi ve bu yaramaz balık da aynen balon balığı gibi başka diyarlardan gelip istila etmiş sularımızı. E bu kadar isminden bahsettik biraz da cismini görelim isterseniz; dadadammmm karşınızda hindistan balığı


Ve tabi Akdeniz'de balığa çıkarsın da balon balığı gelmez mi oltaya. Ben içimden oh balondan kurtulduk bu sefer diye sevindikten sonra çok geçmeden öz'ün oltasına bir balon balığı musallat oldu. Boyundan büyük hiddetiyle öz oltayı çektiği an yine bir hayal kırıklığı yaşattı bize... 

Ve yine tam ben öze o küçücük iğnelerle ne balığı yakalamayı düşünüyorsun dedim ki, hemen ardından bu avımızın en değerli parçasını tuttu ve ben dediğimle kaldım...



Bu balık avında iki tane ilk yaşadık; birincisi yukarıda ki bu derya kuzusu, ikincisi ise gelincik balığı denilen bir balık türüyle de tanışmış olduk...
Bizi tüm yol boyunca yalnız bırakmayan martı dostlarımızda sanki o gün çok balık tutacağımızı müjdeler gibiydi... Bir de adalar civarında kaplumbağa gördük hatta uzaktan da olsa yunuslarımızı da seyrettik e daha kim ne der bizim keyfimize :)
Şimdi gelelim nasıl ayıklarız kısmına; önce alırız elimize hani balığımızı yatırırız tahtamızın orta yerine, bıçakla pullarını döker ardından tepesindeki diken yüzgecini bıçakla kesip attıktan sonra  geçeriz her balıkta yapılacak-biri hariç- içini temizleme işlemine...  
Biri hariç dedim; o da Hindistan balığı. Geçen yaz da yakalamıştık biz bu balıklardan ve ben bin bir uğraşla balığı temizlemeye çalışmış, elimi parçalamış, ceremesini de bir haftadan fazla çekmiştim. Bu sefer akıllılık edip danışalım bir bilene dedik ve Finike marinaya inen yolda Petek restaurantın hemen yanındaki yarı market yarı balıkçı dükkanındaki amcaya sorduk. Ne iyi etmişiz de sormuşuz; meğersem o balığı olduğu gibi ızgaraya atıp öyle yiyecekmişiz. Hiç temizlemeden iyice yıkayıp atıyorsunuz ızgaraya, pişince o zırhı kalkıyor zaten tabi iç pisliği olan kısımı yemiyoruz. İşte lezzet..  
Hanileri de mısır ununa bulayıp yağda kızarttık halayla birlikte...Aman hani balıklarını yerken dikkat edin, ben neredeyse kılçık yüzünden boğuluyordum...

Bir balık macerasının daha sonuna geldik, herkese rastgele...
Bu arada şarkıyı beğendiniz mi?
Bir de bundan sonraki yazılarım da -bir öncekinde(Yollarda 2) de yazmıştım- o an elimde bulanan kitapta altını çizdiğim kısımı yazacağım her postun sonuna... Bu sefer ki kitabım Mina Urgan'ın gezi anılarını yazdığı "Bir Dinozorun Gezileri". Altını çizdiğim yer mi, hakkımda kısmını okudunuz mu?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder